Gayrettepe metro istasyonundan her geçtiğimde, kapılarını 2013 yılında ziyarete açmış, lansmanı “daha önce hiç görülmemiş” şeklinde yapılan, metro istasyonunun sergi alanının bir kısmına kurulmuş bu serginin ne kadar “olağandışı”, ne kadar ilginç olduğunu sonsuz bir öğrenme merağı ile kendi kendime düşünürdüm.
Gerçekten tam olarak neydi bu “Karanlıkta Diyalog”?
O gün, eve döner dönmez ilk işim bilgisayarın başına geçmek, ve merağıma daha fazla engel olmaksızın konu hakkında araştırmaya koyulmak olmuştu. Ve farketmiştim ki, bulduğum sonuçlar beni daha çok uzun süre etkisi altına alacaktı. İşte, bugün hala her geçen gün artan ziyaretçi sayısıyla sergilenmeye devam eden projeyi sizinle de paylaşmak istiyorum.
Karanlıkta diyalog, tanıtımını “unutamayacağınız bir deneyim, sizi İstanbul’un sembolü haline gelmiş tüm kentsel mekanlarıyla bir araya getirecek, ancak tümüyle karanlıkta! İstanbul’u; İstanbul’a özgü o eşsiz ses, koku, doku ve sıcaklıklarıyla “görme”nin yeni yollarını keşfedeceğiniz” deneyimsel sergi olarak yapmaktaydı. Ziyaretçilerden beklenilen, “koşullamaları ardlarında ve önyargılarını da kapıda bırakıp; gerçekten müthiş bir zamanı deneyimlemeye hazır olmalarıydı”. Tamamen karanlıkta, görme engelli,rehberler eşliğinde yapılan bir İstanbul gezintisi…
Bu noktada serginin gezilmesi benim için de kaçınılmaz bir merakla kaçırılmaz bir fırsattı. Hemen Biletix'ten biletimi aldım ve gideceğim günü sabırsızlıkla beklemeye başladım.
Peki, acaba bu proje ilk nerede, kim tarafından, ne sebeple açılmıştı?
Yaptığım kısa araştırma beni, sayısız uluslar arası ödül kazanmış olan, , Almanya’daki European Business School’da sosyal ticaret dersleri veren felsefe uzmanı Prof. Dr. Andreas Heinecke'e ulaştırmıştı. Andreas Heinecke, bu projesinin temelinde "bir radyo istasyonunda çalışırken, bir kaza sonucunda görme duyusunu kaybeden bir görme engelliyle karşılaşmasını, ona önce acıma duygusu hissedip nasıl davranması gerektiğini bilememiş olmasının" bulunduğunu belirtmektedir. Ancak, Heinecke,kısa sürede “görmeyen insanların görenlerin sahip olmadığı birçok özelliğe sahip olduklarını"anlamıştır. Böylelikle, genç adam prpfesörün adeta "hayata dair eğitmeni", onun farklılıkların ötesine geçerek neler yapabileceğimiz konusunda düşünmesine sebep olmuştur. Projeyi,ilk kez 1988 yılında Almanya'da hayata geçiren Heinecke, 1995’te ilk sosyal girişimini başlatmış, o günden beri kendini, "insan karşılaşmalarında oluşan boşluklar/iletişimsizlikler arasında köprüler kurmak için yeni yollar bulmaya” adamıştır.
Sergi ,dünya üzerinde 135 kentte 8 milyondan fazla kişiye ulaşmıştır. Türkiye'de de Karanlıkta Diyalog, İstanbul Social Enterprise tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ev sahipliğini yapıp, ana sponsorları Turkcell ve İstanbul Ulaşım AŞ'nin destekleriyle İstanbul'da halen devam etmektedir.
Ve işte sergi günü gelip çattığında ben de hayata dair öğreneceklerim konusunda son derece heyecanlıydım. Karanlık, gerisini bilemediğimiz, bize ne sağlayacağını kestiremediğimiz, risk almaya cesaret edemediğimiz kısacası ardını “göremediğimiz” durumları kapsıyor aslında… peki yagördüklerimizin yanında göremediklerimiz ya da “farkedemediklerimiz”? Bu sergi bana “görmenin yeni yollarını öğretecekti”, biliyordum.
Tavsiye edildiği gibi biletimin üzerinde yazan seans saatinden yaklaşık 15 dk önce sergi alanında yerimi almıştım. 10 kişilik bir gruptuk, Toplandığımız ilk giriş salonunda bizden tüm şahsi eşyalarımızı, elektronik, ışık verebilecek parlayan, fosforlu eşyalarımızı bizlere güvenli bir şekilde tahsis edilen kilitli dolaplara koymamız istendi. Yanımıza sadece biraz para almamız önerildi: "deneyimimizi sonlandırmaya yakın bir keyif molası verilebileceği" söylendi.
Görme engelli rehberlerin yol göstericiliğinde, sadece elimizde klasik beyaz bastonlarımızla İstanbul’u görmeksizin "görmeye" hazırlandık. Rehberimiz önce, kısaca beyaz bastonumuzu nasıl kullanmamız gerektiğini anlattı. Sergiye başlarken hepimiz arka arkaya dizildik. Rehberimiz bizi içeriye girerken sol tarafımızda bulunan duvarı elimizle dokunarak hissedip yolumuzu bulmamızı sağladı. Sesi son derece güven vericiydi, devamında adeta bizlere sesiyle "ışık tutacaktı." Bizi rahatlatarak endişe etmememizi, ihtiyaç anında her türlü bize yardımcı olacaklarını, gerekirse bizi erken çıkışa da her an ulaştırabileceklerini belirtti.
Artık hepimiz hazırdık. Ve işte karanlık... Hem de en ufak bir ışık kaynağı olmaksızın "tam karanlık"... Önce hepimiz sanki daha dikkatlice baksak birşeyler görebilecekmişiz hissine kapılmış olsak da bir süre sonra artık direnmeyip, kendimizi diğer duyularımızı keşfedip keyif almaya bıraktık.
Uzaktan kulağımıza kuş cıvıltılarına eşlik eden neşeli çocuk kahkahaları çalınıyor, mis gibi çiçek kokularının arasından bir parktan geçiyoruz. Ardından kendimizi, satıcıların gür seslerinin alışveriş yapma telaşında olan kalabalığın gürültüsüne karıştığı pazar neydanında buluyor, rehberimizin uyarması ile dokunarak sebze ve meyveleri algılıyoruz.
Birden burnumuza mis gibi deniz kokusu geliyor. Yürüyerek vardığımız deniz kıyısında rehberimiz bizi yapacağımız deniz yolculuğuna dikkat çekip motora binerken adımlarımıza dikkat etme konusunda bizi ikaz ediyor. Sonrasında kendimizi kalabalık koşuşturması içinde, meydandaki büfelerden gelen iştah açıcı kokular, caddenin gürültüsü eşliğinde Taksim'de buluyor, tramvaya binip gezimize Tünel'e doğru devam ediyoruz. Oradan cıvıl cıvıl karmaşası yemek kokularıile bizi bekleyen Eminönü ve civarları. Geçtiğimiz yollarda rehberimiz bizi arabalar konusunda uyarıp, dokunarak algılamamıızı, yürüyüş sırasında geçtiğimiz köprünün altından akan suyun şırıltısını hissetmemizi tembihliyor.
Gezimizin bir sonraki durağı sinema oluyor. Sinema evet yanlış okumadınız sinema. Ancak bir tek farkla: Her türlü karenin tüm detayları ile tasvir edildiği ses sineması. Bir diğer durağımız ise Diyalog Cafe, Gezı sırasında rehberimizin bizimle çeşitli vesilelerle paylaştığı "görme engelli olmanın pratik idare yollarından" biri olan kabartmalı görme engelli alfabesini kullanarak yanımıza almış olduğumuz paralarla kendimize bir içecek alıyoruz. Tüm grup adeta karanlığa alışmıştık. İçeceklerimizi yudumlarken yaklaşık bir buçuk saat sürmüş ama bizlere kısacık gelmiş olan gezimizi neşeyle değerlendirmeye koyulmuştuk bile.
Bizler, İstanbul'u "görmenin ötesinde görmüş, herşeyi hissetmiştik." Özünde anlatılmak istenen aslında beş duyumuzun hepsiyle bizim bir bütün olduğumuz ve yaşamın böylelikle beş beşlik(!) güzel ve anlamlı olduğuydu.
Her ayrıntının en ince detayına kadar düşünülmüş olan ( gerek serginin yaratacağı etkiyi pekiştirecek ses, koku, doku efektleri, gerekse de çocuk ya da yardıma ihtiyacı olan, tekerlekli sandalye kullanan ziyaretçilerin rahatlığının sağlanması vb,) bu eşsiz deneyimlemede kuşkusuz en büyük başarı faktörü tüm gezi boyunca bizim güvenlik ve rahatımızı sağlamaya çalışan rehberlerdedir.
Son derece etkileyici bir sosyal fakındalık projesi olan ve "görmenin yeni yolların keşfedin. Unutmayın öğrenmenin tek yolu karşılaşmaktan geçmektedir." sloganı ile ortaya çıkan bu sergi, beni derinden etkiledi. Hayatımızda karşılaştığımız insanlara empati kurarak karşılıklı güven duygusu kapsamında daha duyarlı olmayı ve yaşadıklarımız, "gördüklerimize" karşı daha farkında olmamızı hatırlattı.
Eve dönerken yaşadığım deneyimin bende yarattığı farkındalıkla aklımdan "bakarak görmek mi yoksa görerek bakmak mı" acaba asıl mesele hangisi diye geçiriyordum:)
İşte kendimizde “farkındalık” yaratmak için karanlıkta başlayan bu diyalog, aslında bize hayatın ta kendisini öğretiyor: gördüklerimize gönül gözüyle de bakmayı, karşımızdaki insanları can kulağıyla dinlemeyi, yaşadığımız her anın tadını çıkarmayı, hayatı içimize çekip tüm benliğimize sığdırmayı, iç sesimize de kulak verip sevgiyle yüreğimizin götürdüğü yere gidebilmeyi…
Not:
Sergi adresi Gayrettepe Metro İstasyonu Sergi Alanı
Esentepe Mah. Büyükdere Cad. İstanbul, Türkiye 34394 olup,
sergi hakkında tüm detaylı bilgiler için bkz:
info@dialogistanbul.com