6 Eylül 2017 Çarşamba

Yaza veda ederken...

YAZA VEDA EDERKEN…

BAĞLIyız biz bize
AKSAKlıklara rağmen size
DEVAMLI olarak özlenene… 


Ağır aksak atan kalp atışlarım ve ben

Tüm aksaklıklarına, en olumsuz koşullarına rağmen hayatın bir anlam taşıdığını bilen de yine ben

Yine başbaşayız bu biten yazın gecesinde

Devamlı beni mi izleyeceksin kalbim sahi?

Diye geçiriyorum birden içimden

Yok mu çalacak bir kapın?

Diyorum peşinden

Biraz uzaklaşsak birbirimize özgürlük mü tanısak acaba

Diye geçiriyorum içimden ansızın

Ama bir de bakıyorum ben sensiz ben değilim ki ben sana ne de bağlanmışım, 

Ne kadar bağlıymışım meğer sana kalbim…

Bu satırlar, kalpten bir bağlılığın aksak sanıldığı ölçüde devamlı sayılan duygusal bir ifadesidir:)

8 Ağustos 2017 Salı

BİR İLKYAZ HİKAYESİ

BİR İLKYAZ HİKAYESİ

Mevsim ilkyazın ilk günleri… masmavi bir gökyüzü… sanki ilk gelecek leylek sürüsünü karşılamaya hazır… Doğa da ilk hazırlıklarına başlamış gibi… erguvanları beklerken tepeler ilk pembeliklerini sergiliyor… kısacası doğa yaşadığı 'ilklerle' ilkyaz hazırlığında, ilkyaz heyecanında…

Kuşlar bu mevsim artık daha çok seslerini duyuruyorlar. Soğuk kışın ardından sanki uzun süre boyunca diyemedikleri o kadar çok şey varmışçasına hiç susmayacakmış gibi ötüyorlar.

Çiçekler, peki ya onlara ne demeli? O kadar süre boyunları bükük kalmış olsalar da ilkyaz döneminde en canlı, en parlak, en güzel renklerine bürünüyorlar.

Anlaşılan kuşlar hazır, çiçekler de hazır. Ya bizler, bizler hazır mıyız yeni bir döneme, yeni başlangıçlara yeni bir ilkyaza?

Düşünüyorum nasıl hazır olur ki insan, nasıl hazırlanır? Diyorum ki kendi kendime madem kuşlar hazır, bir günlüğüne kuş olsam? En engin göklerde uçsam, en gizemli diyarlara gitsem, en ulaşılmaz eşsiz tepelere kanat çırpsam?

Ya da diyorum, çiçekler de hazırdı. Ben çiçek olayım peki bir günlüğüne? En ferah doğada en nadide çiçek olsam, en parlak renkli ya da en mis kokulu olsam? Acaba ben de hazır hisseder miydim kendimi?

Oysa biliyorum ki ben yine fırtınalara karşı kanat çırpacak olanım, ya da delice esen rüzgara direnecek, yapraklarıyla yeni açan tomurcuklarını saklayacak olan da ben…

Aslında bunu kimi zaman kendine hatırlatması gerekse de, insan da hazır… kimi zaman kuş, kimi zaman bir çiçek ama herzaman 'insan' olarak…

Bir kuş olsam ilkyaz meltemlerinde kanat çırpan
Ya da bir çiçek, renkli yüzünü güneşe çeviren ilkyaz zamanı
Ama herşeye rağmen hep yaz olsa hayatımız
Pırıl pırıl mis gibi bir yaz…

16 Şubat 2017 Perşembe

Herşey Burgaz'ı sevmekle başladı...

Herşey Burgaz'ı sevmekle başladı…

Burgazadası ile ilgili Reunion blogunu duyduğumda çok heyecanlandım, bir o kadar da 
mutlu oldum. “Ne kadar güzel düşünülmüş” diye geçirdim içimden. Burgaz… yazılarda, şiirlerde, satırlarda, çizimlerde ve hatta fotoğraflarda çıkacaktı karşımıza ve hatıralarımızda daimi yerini büyük bir keyifle koruyacaktı.

“Burgazlı olmak bir ayrıcalıktır.”

Düşünüyorum da nereden başlamalı, nasıl anlatılmalı ki Burgaz? Burgaz, dostluktur, Burgaz, kardeşliktir, Burgaz, sahilde sabahın ilk ışıklarıyla içilen çay, işe giderken vapura yetişmek için iskeleye koşarken içe çekilen mis gibi çam kokulu nefestir.

Burgaz, faytonla gidilen “Cennet Bahçesi'dir”. Burgaz, sevgiliyle eşsiz günbatımına gidilen Kalpazankaya'dır. Aşktır Burgaz. İnsanlarının birbirine koşulsuz şartsız bağlandıkları, birbirine güvendikleri, yıllar sonra bile biraraya geldiklerinde “kaldıkları yerden devam edebildikleri” bir masal alemidir Burgaz.

Burgaz, Sait Faik'tir. Burgaz, ayışığında dostlarla kimi zaman efkarlanıp dertleşilen paylaşımlara, kimi zaman neşelenip kahkahaların her yeri çınlattığı sohbetlere, ama her koşulda sabaha kadar ev sahipliği yapan bir “deniz kulübüdür.”

Kısacası aslında Burgaz sevmek demektir. Çarşıdan geçerken esnafı selamlamayı, sokaklarda oynayan çocuklarla top koşturmayı, bir büyüğün hatırını sormayı, doğanın mucizesini, yaşamın büyüsünü sevmektir. İşin özünde hayatı güzelleştiren insanı sevmektir Burgaz.

İşte “herşey Burgaz'ı sevmekle başladı.”

Burgaz'ı anlatmaya çalışırken bana hissettirdiklerini düşündüm, ve o anda geçen sene Ağustos ayında yazdığım yazıyı anımsadım:

“Sımsıcak bir yaz akşamı. Uzaktan sadece geçen geminin düdük sesi ve çalıların içinde adeta bana eşlik edercesine ses veren cırcır böceklerinin sesleri duyuluyor.

Işıl ışıl gökyüzü içimi aydınlatıyor. Gördüğüm, görebildiğim ve hissedip de, varlığını bilip de göremediğim binlerce yıldız da bana arkadaşlık ediyor o gece.

Çocukluğumdan beri en çok hep yaz mevsimini sevmişimdir. Neden derseniz tam olarak bilmiyorum ama bana kendimi hep mutlu hissetmiştir yazlar

İşte yine öylesi bir yaz gecesi: dingin pırıl pırıl bir gökyüzü altında gemilerin ışıklarıyla süslenmiş bir denizin seyrinde… Bir an sanki bir yıldızın bana göz kırpar gibi kırpıştığını gördüm. Ve o an içimden tüm sevdiklerimi geçirdim. Aklımdan, yüreğimden eksiksiz hepsini

Ve dedim ki: aslında her insan bir yıldız. Her yönüyle, her anlamda eşsiz, biricik, tek. Gökyüzünde de görünen bir yıldızın bir eşi daha yok. Tüm yıldızlar güneşten aldıkları ışıkları bizlere yansıtıyor, hepsi birden biraraya gelince heryer ışıl ışıl oluyor

Tam da o anda bir bulut kaplıyor gökyüzünü. Pırıl pırıl olan gökyüzü birden engin bir karanlığa bürünüyor. Bekliyorum… Bliyorum ki bu sadece bir bulut. Bulut geçecek ve ardından yine ışıl ışıl yıldızlar yerlerini alacaklar başımın üstünde:)

Vee nitekim sanki beni duymuşlar gibi gök perde aralanıyor ve yıldızlar birer birer beliriyorlar

İşte sanırım yaşam da böyle: ışığın içinde gölge, gölgenin içinde ışık… Adeta bir "gölge oyununun” içinde bir ışık kümesi…Her nesnenin parlaklığının diğer tarafa yansıttığı gölgesi olsa da aydınkıkta her biri gölgesiz. İşte ne insanlar var ışıl ışıl aydınlıkken gölgelenmeye çalışılan, ve de ne insanlar var ki “gölge adam"lıktan bir anda parlayan. Aslında gölge olan her yerin ardında mutlaka onu oluşturan, varken yok da edebilen bir ışık kaynağı vardır. Kısacası hayatın tüm zorluklarına, yaşadığımız tüm olumsuzluklara rağmen sevdiğimiz ve bizi seven insanlar ne mutlu bize ki hissedebildiğimiz ölçüde hep yanıbaşımızdalar.

Sanırım benim çocuk kalbim böyle ışıltılı anlarda hep kulağıma birşeyler fısıldıyor: bu pırıl pırıl yaz gecesinde de diyor ki: "Her insan eşsiz bir yıkdızdır, herkesin kıymetini bilmek gerek”

İşte tam olarak Burgaz'ın bana hissettirdikleei, hayatın ta kendisidir. “Yıldızlı bir gökyüzüdür” Burgaz.

Bol yıldızlı sevgiyle kalmak dileğiyle…

Başkaldıran kaotik doğum…

Başkaldıran kaotik doğum…

Kaos, Başkaldırı ve Doğum

Rüzgar, gecenin sessizliğini var gücüyle estikçe bozuyor, çam ağaçlarının arasında dolaşırken ıslıklar çalıyordu. Gece sessizdi, gece karanlık… Deniz fenerinin kırmızı ışıkları uzaktan alarma geçmiş gibi bir yanıp bir sönüyordu. Ve ansızın etraf gün ışığını andıran bir aydınlıkla parlıyor, ardından müthiş bir gürültüyle şimşekler gök gürültüsüne karışıyordu.

Gece kaostu, tabiat kaostaydı. Sesler, görüntüler, renkler birbirine karışmışlardı.

Adeta bu, tabiatın bir başkaldırısıydı. Sesler başkaldırmış, görüntüler başkaldırmış, renkler de başkaldırmışlardı. Mevsimlerden kaos zamanıydı. Rüzgar, ağaçlar, şimşekler, denizdeki dalga bile başkaldırmışlardı. Etraf hem çok tenha bir o kadar da gürültülüydü.

Hani denir ya “fırtınadan önceki sessizlik” diye, belki de bir süre sonra “ fırtına ardından gelen sessizlik” de denilebilecek. Neden olmasın, belki bir gün… Her şeyden sonra…

Ve işte o zaman tabiat yeniden doğacak, yeniden canlanacak, her şeye yeniden başlayacak… Kuş cıvıltılarına eşlik eden ıIık bir ilkbahar meltemiyle yeniden can bulacak. Sabahın ilk ışıklarıyla güneş doğacak, yeni doğmuş bir bebek gibi etrafa mutluluk saçacak. Mevsimlerden huzur olacak, mutluluk var olacak…Neden olmasın, belki bir gün… Her şeyden sonra…