17 Eylül 2016 Cumartesi

DELİ MAVİ

DELİ MAVİ

Dingin serin mavilik...


Gökyüzü alacakaranlıktı. Ufuk çizgisinde batan güneş, gökyüzünü turuncu kırmızı bir renge boyamış, lacivert ve morun artan tonlarıysa ayın daha da belirginleşmesini sağlamışlardı. Günün adeta "lacivert" haliydi. Saat artık ailecek hep birlikte sofraya oturma vaktiydi. Evlerin ışıkları tek tek yanmaya başlamış, şen kahkahaların eşlik ettiği keyifli sofra hazırlıkları başlamıştı. Cırcırböceklerinin melodik, neşeli cıvıltıları ise adeta yeni günü müjdeleyinceye dek kulaklardan uzaklaşmışlardı.

Kıyıda oturmuş engin ufukları dalmış izlerken yaşlı adam geçmişini düşündü. Bu küçük Akdeniz kasabasına taşındığı ilk günleri, eşiyle ilk karşılaşmalarını, ilk çocuğunun doğumunu. Bu kasaba, onun hayatının ilk ve en güzel dönemeçlerinin başlangıcıydı.



Bundan seneler öncesiydi. Denize, derin maviye aşık genç adam kendini bu şirin Akdeniz kasabasının mavi panjurlu, beyaz boyalı her birinin kapısında begonviller bulunan evlerinin arasında dolanırken bulmuştu. 

Küçük kağıtta yazılı adresi arıyordu. Gideceği yer bir aile dostunun işlettiği küçük pansiyondu: "Deli Mavi" Adeta bu isim beni anlatıyor diye düşündü genç adam, henüz yirmili yaşlarının başlarındaydı. Sırtındaki çantada birkaç kişisel eşyasının yanı sıra hayallerini, açılmak istediği engin denizleri, ümitlerini taşıyordu. 

Günün henüz "açık mavi" haliydi. Çaylar henüz demlenmiş, mis gibi kokusuyla kahve pişirilmek üzere cezveler ocağa sürülmüşlerdi. Çocuk bağırışlarının keyifli sohbetlere karıştığı dar sokaklardan birinin denize açılan kıyısında aradığı tabela gözüne ilişti. "İşte Deli Mavi yepyeni hayatın" dedi kendi kendine. 

Birkaç saat sonra genç adam kendini ona tahsis edilen kayığın içerisinde engin mavilerde bulmuştu, Akşam yemeği servisine balık yetiştirmesi gerekiyordu. Gün boyu büyük bir sabır ve keyifle en sevdiği işi yapmış, neşe içinde bir kova balığı, ilk günün sonunda işini büyük bir başarıyla bitirmiş olmanın gururuyla mutfağa doğru götürürken aniden adımlarıyla eş zamanlı nefes alıp vermesinin  yavaşladığını adeta kelimelerinin bittiğini sanmıştı. 

Karşısındaki güzellik herhalde hayaldi çünkü gerçek olamayacak kadar narin, zarif, pırıl pırıl duru bir güzeldi. Düşünceleri birden karşısındaki perinin ona "nerede kaldın yetiştiremeyeceğim yemeği" diye çıkışmasıyla bölünmüştü. Genç adam henüz bir cevap veremeden pansiyonun sahibinin ona "demek kızımla tanıştın genç adam" deyişini duydu. Kızı demek bu peri kızı derken buldu kendisini. Neyse ki cümlelerini duyulmayacak kadar kısık bir sesle söylemişti. Zaten genç adam çok istemesine rağmen hiç ses çıkaramamıştı.

Elleri titreyerek kovayı kıza uzatmış ve arkasına bakamadan yanından uzaklaşmıştı. Günün artık "mavi" haliydi. Güneş, ışınlarını denizin üzerine balıkların sırtlarındaki pulların yarattığı ışıltılı sim etkisini yaratırcasına yansıtıyordu. Denizin yüzeyi milyonlarca balık neşe içinde dans ediyormuşçasına dalgalanmıştı bir anda.

Genç adam silkelendi, kendine çeki düzen verdi ve az önce kızdırdığı peri kızının gönlünü almak ve kendisini doğru düzgün tanıtmak için etrafta mis gibi kokan lavantadan bir demet toplamak istedi. Kayığından karaya atladı, gözün alabildiğine yemyeşil, ara ara mor tonlarına bürünmüş çayırlara doğru ilerledi. Yarım saat kadar geçmemişti bile ki elinde kocaman bir buketle mutfağa doğru yöneldi genç adam.

Ancak "tekrar merhaba" diyebildi fısıltıdan hallice bir ses tonuyla. Peri kızı balıkları ayıklamaya koyulmuştu bile. Genç adamı arkasında farkedince "merhaba tam vaktinde yetiştin hemen balıkları temizleyip fırına atmalıyız. Aaa, benim balıkları fesleğenle pişirdiğimi nereden bildin? Çok teşekkür ederim getirdiğin için." dedi ve hemen birkaç balığı temizlenmek üzere genç adama doğru uzattı.

Genç adam ancak çok seneler sonra getirdiği otun aslında fesleğen olduğunu hiç bilmediğini, onun kendisine lavanta buketi getirdiğini sandığını söyleyebilecekti. O anda adeta zaman iki genç için de durmuştu. Karşılıklı tanıdık bir yerde, bilindik bir zamanda, çok aşina biriyle bir bağ kurulmuştu. Artık ikisinin de hayatlarının "mavi" halleriydi.

Nice günler, nice geceler, nice yazlar, nice kışlar birlikte paylaşmışlardı. Oysa İlk çocuklarının doğduğu gün bile hala dün gibi net aklındaydı. Havaların henüz tam olarak ısınmadığı serince bir ilkbahar günüydü. O gün deniz bile adeta sevinçten coşmuş, esen rüzgarla dalgalanmıştı. O günün simgesi oğullarına isim olan "rüzgar"olmuştu.

İşte yaşlı adam esmeye başlayan serin rüzgarla oğlunun doğduğu günü birden hatırlamıştı. Yavaş yavaş yazın bitmek üzere olduğuna işaret eden serin akşam esintisi hayatının adeta en güzel anlarını yeniden yaşatmıştı. Kendilerine göre kurdukları dünyalarında yaşadıkları tüm zorluklara, engebelere rağmen hep sevgiyle birarada olmuşlardı. Düşüncelerinden ayrılması, ardında beliren ve kendisine kollarını iki yana kocaman açmış sapsarı saçlı bir kız çocuğunun ona doğru "mavi dede haydi yemek hazır anneannem seni bekkiyooooorrrr" diye bağırarak koşmasıyla olmuştu. Seneler evvel delikanlılığında kendi kendine yakıştırdığı, tüm hayatını, aşık olduğu maviye adamış bu adama artık kendi canları bie mavi diye sesleniyordu. Gülümsedi yaşlı adam, çantasında beraberinde getirdiği hayallerini gerçekleştirmiş, hayatının ta kendisi haline getirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Torunu, aynı oğlundan birkaç sene sonra dünyaya gelen, ismi gibi "deniz" gözlü kızının küçüklüğüne benziyordu.

Günün artık "morcivert" haliydi. Tüm aile neşe içinde sofra başında yerlerini almışken tepelerinde çok yıldızlı bir gökyüzü dingin, sakin gecelerini aydınlatıyordu. "Ne kadar şanslıyım" diye içinden geçirdi yaşlı adam. Seneler içerisinde "Deli Mavi" ona hayallerinin, aşkının, hayatının peşinden gitme şansını vermişti. Yaşlı adam "hayatının tüm mavi halleriyle" birlikte sofraya oturdu. Başta eşinin ve ardından tüm çocuk ve torunlarının gözlerinin içine bakarak kadehini "Deli Mavi'ye" kaldırdı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder